Kaygusuz Abdal Tanrı'nın Anasını Babasını Soruyor Kaygusuz Abdal'da Tanrı'yı sorgulama, aşağılama, sövgü, hakaret tehdit ne ararsanız bulursunuz. Yücelttiğini sandığınız an, yerin dibine batırmıştır. Ali ile kıyaslar, okuma yazmada ondan geri kaldığını söyler. Kıldan köprüden önce kendisinin geçmesini ister. Cennet neyise; bahçedir, muhabbet yeridir ama cehennemi karşısına dikmeyi akılsızca bulur. Hele namaz kılmayanı ateşe atan, ancak onun gibi anasız babasız bir *** olabilir. Tanrı'nın heryerde ve herkeste zuhur ettiğini ve tüm sırlarını bildiğini söyler. Bu sırları açıklayıp, onu dile düşürmekle tehdit eder. Dinlerdeki bu tür inançlarla alay ederken, inananları da eleştirmektedir. Tanrı'ya onca başkaldırı ve amansız saldırısına rağmen, sonunu kurnazca bağlıyor, kendini güvenceye almak için. Yaradana inancını ortaya koyup, onunla dost olmak istediğini vurguluyor. Böylelikle tanrıyla şakalaştığı ve ona naz yaptığına inandırıyor okuyanları: Yücelerden yüce gördüm Erbabsın sen yüce Tanrı Bu allahlığı sen nereden Satın aldın kaça Tanrı
Ali ile bir olmuşsun
Bir mektepte okumuşsun
Ali olmuş hafız kelam
Sen okursun hece Tanrı
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelip geçsin kullar deyu Hele biz beri duralım Yiğit isen geç a Tanrı
Yaratmışsın bağ ü cennet
Kulların etsinler sohbet
Cehennemi niçin yarattın
Be akılsız koca Tanrı
Unuttun diye namazı
Bizi ateşe atarsın Kul yanması abes değil Gel bas kızgın saca Tanrı
Senin kulların anılır
Atası anası ile
Senin anan baban yoktur
Benzersin bir pice Tanrı
Seni her yerde görürüm
İçini dışını bilirim Sırrın halka faş edersem Halin olur nice Tanrı
Kaygusuz'em der buradan
Cümle mahluku yaradan
Kaldır perdeyi aradan
Gezelim bilece Tanrı
Kaygusuz Abdal bir başka şiirinde Tanrı'nın, neden insanı çamurdan yaratıp da işleri karıştırdığını sorguluyor. Balçıktan yoğurup yaptığı(!) insanlara günah yükleyip, hem de bakkalmış gibi onları tartması, ağır gelenleri katran kazanlarına atması, kıldan köprüden geçirmesini anlamsız buluyor. Bütün bunları neden yaptığını sorarken, bu saçmalıklarla insanların kafalarının bulandırılması, aşağılanması ve korkutulmasını dile getirerek, toplumsal eleştiriye dönüştürüyor. Gerektiğinde en yapılamaz denileni, uçmayı başararak korkuların aşılabileceğini gösteriyor Tanrı'ya meydan oku*****:
Adem'i balçıktan yoğurdun yaptın Yapıp da neylersin bundan sana ne Yarattın insanı saldın cihana Salıp da neylersin bundan sana ne
Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
Katran kazanını döküver gitsin
Mümin olan kullar didara yetsin Yılana emreyle tamuyu yutsun Söndür şu ateşi bundan sana ne
Sefil düştüm bu alemde naçarım
Kıldan köprü yaratmışsın geçerim
şol köprüden geçemezsem uçarım
Geçir kullarını bundan sana ne
Kaygusuz'um aydur cennet yarattın
Nice kullarını ceh'neme attın Nicesin ateş-i aşk ile yaktın Yakıp da neylersin bundan sana ne
Bu şiirden tasavvufun naz makamını belirleyecek inanca ilişkin tek dize, “Mümin olan kullar didara yetsin” olabilir. İnanan, korkuyla değil sevgiyle sana ulaşır, didarını (yüzünü) görür, anlamındadır.(42) 11.2 Kaygusuz “Pişmeyen Kaz” Gerçeküstü Simgesiyle Yaşamın Güçlüklerini, Toplumsal ve Bireysel Sorunların Çözülmezliğini Anlatıyor Bir kaz aldım karıdan Boynu uzun borudan Kırk Abdal kanı kurutan Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kaza verdik birkaç akça
Eti kemiğinden pekçe Ne kazan kaldı ne kepçe Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kaz değilmiş be bu azmış
Kırk yıl Kafdağında gezmiş
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kazı koyduk bir ocağa
Uçtu gitti bir bucağa Bu ne haldir hacı ağa Kırk gün oldu kaynatırız kaynamaz
Kazımın kanadı selki
Dişi koyun emmiş tilki
Nuh nebiden kalmış belki
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kazımın kanadı sarı
Kemiği etinden iri Sağlık ile satma karı Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kazımın kanadı ala
Var yürü git güle güle
Başımıza kalma bela
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Suyuna biz saldık bulgur
Bulgur Allah deyü kalgır Be yarenler bu ne haldir Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Bu sözlerin içtekliğini, batıni özünü anlamadan doğrulamadan sorgulamak doğru değildir, kanımca.
Sponsor Reklamlar
__________________
İmam-ı Cafer-i Sadık buyurmuştur ki, “Pir ikidir. Piri kamil piri cahil. Piri kamil odur ki, Evladı Resul’den ola. Evladı Resul’den olmakla da olmaz. Çünkü; Evladı Resul’ün bütün güzelliğini, bilgeliğini, turaplığını, sevgisini ve hoş görüsünü üstünde taşıyan o kişi piri kamildir.
Kaygusuz Abdal Tanrı'nın Anasını Babasını Soruyor Kaygusuz Abdal'da Tanrı'yı sorgulama, aşağılama, sövgü, hakaret tehdit ne ararsanız bulursunuz. Yücelttiğini sandığınız an, yerin dibine batırmıştır. Ali ile kıyaslar, okuma yazmada ondan geri kaldığını söyler. Kıldan köprüden önce kendisinin geçmesini ister. Cennet neyise; bahçedir, muhabbet yeridir ama cehennemi karşısına dikmeyi akılsızca bulur. Hele namaz kılmayanı ateşe atan, ancak onun gibi anasız babasız bir *** olabilir. Tanrı'nın heryerde ve herkeste zuhur ettiğini ve tüm sırlarını bildiğini söyler. Bu sırları açıklayıp, onu dile düşürmekle tehdit eder. Dinlerdeki bu tür inançlarla alay ederken, inananları da eleştirmektedir. Tanrı'ya onca başkaldırı ve amansız saldırısına rağmen, sonunu kurnazca bağlıyor, kendini güvenceye almak için. Yaradana inancını ortaya koyup, onunla dost olmak istediğini vurguluyor. Böylelikle tanrıyla şakalaştığı ve ona naz yaptığına inandırıyor okuyanları: Yücelerden yüce gördüm Erbabsın sen yüce Tanrı Bu allahlığı sen nereden Satın aldın kaça Tanrı
Ali ile bir olmuşsun
Bir mektepte okumuşsun
Ali olmuş hafız kelam
Sen okursun hece Tanrı
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelip geçsin kullar deyu Hele biz beri duralım Yiğit isen geç a Tanrı
Yaratmışsın bağ ü cennet
Kulların etsinler sohbet
Cehennemi niçin yarattın
Be akılsız koca Tanrı
Unuttun diye namazı
Bizi ateşe atarsın Kul yanması abes değil Gel bas kızgın saca Tanrı
Senin kulların anılır
Atası anası ile
Senin anan baban yoktur
Benzersin bir pice Tanrı
Seni her yerde görürüm
İçini dışını bilirim Sırrın halka faş edersem Halin olur nice Tanrı
Kaygusuz'em der buradan
Cümle mahluku yaradan
Kaldır perdeyi aradan
Gezelim bilece Tanrı
Kaygusuz Abdal bir başka şiirinde Tanrı'nın, neden insanı çamurdan yaratıp da işleri karıştırdığını sorguluyor. Balçıktan yoğurup yaptığı(!) insanlara günah yükleyip, hem de bakkalmış gibi onları tartması, ağır gelenleri katran kazanlarına atması, kıldan köprüden geçirmesini anlamsız buluyor. Bütün bunları neden yaptığını sorarken, bu saçmalıklarla insanların kafalarının bulandırılması, aşağılanması ve korkutulmasını dile getirerek, toplumsal eleştiriye dönüştürüyor. Gerektiğinde en yapılamaz denileni, uçmayı başararak korkuların aşılabileceğini gösteriyor Tanrı'ya meydan oku*****:
Adem'i balçıktan yoğurdun yaptın Yapıp da neylersin bundan sana ne Yarattın insanı saldın cihana Salıp da neylersin bundan sana ne
Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
Katran kazanını döküver gitsin
Mümin olan kullar didara yetsin Yılana emreyle tamuyu yutsun Söndür şu ateşi bundan sana ne
Sefil düştüm bu alemde naçarım
Kıldan köprü yaratmışsın geçerim
şol köprüden geçemezsem uçarım
Geçir kullarını bundan sana ne
Kaygusuz'um aydur cennet yarattın
Nice kullarını ceh'neme attın Nicesin ateş-i aşk ile yaktın Yakıp da neylersin bundan sana ne
Bu şiirden tasavvufun naz makamını belirleyecek inanca ilişkin tek dize, “Mümin olan kullar didara yetsin” olabilir. İnanan, korkuyla değil sevgiyle sana ulaşır, didarını (yüzünü) görür, anlamındadır.(42) 11.2 Kaygusuz “Pişmeyen Kaz” Gerçeküstü Simgesiyle Yaşamın Güçlüklerini, Toplumsal ve Bireysel Sorunların Çözülmezliğini Anlatıyor Bir kaz aldım karıdan Boynu uzun borudan Kırk Abdal kanı kurutan Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kaza verdik birkaç akça
Eti kemiğinden pekçe Ne kazan kaldı ne kepçe Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kaz değilmiş be bu azmış
Kırk yıl Kafdağında gezmiş
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kazı koyduk bir ocağa
Uçtu gitti bir bucağa Bu ne haldir hacı ağa Kırk gün oldu kaynatırız kaynamaz
Kazımın kanadı selki
Dişi koyun emmiş tilki
Nuh nebiden kalmış belki
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kazımın kanadı sarı
Kemiği etinden iri Sağlık ile satma karı Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Kazımın kanadı ala
Var yürü git güle güle
Başımıza kalma bela
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Suyuna biz saldık bulgur
Bulgur Allah deyü kalgır Be yarenler bu ne haldir Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz
Aşk-ı niyaz ile
Alevi-Bektaşi edebiyatının en önemli kollarından biriside "şathiye"lerdir. Şathiye yada hicv-i şathiye olarak adlandırılan bu tasavvuf eserlerinin en önemli temsilcisi Kaygusuzdur. Okuduğunuzda sanki Hakk'ı yok sayan ve alay eden bu uslübün varlığı baskın görülen özelliktir.Tanrı ile konuşur gibi yazılıp alaycı bir üslubun kullanılması şathiyelerin vazgeçilmez kuralıdır. Burada Hakikat makamına ermiş bir zat'ın Ehl-i Sünnetin tariflediği yaradan tasarımına katı bir reddiye sunduğunu görürsünüz. Alevi-Bektaşi inancı Hakk'ı sadece Cemal sıfatı ile "aşk" ile tarif edip, ona hiç bir kötülüğü konduramazken, Ehl-i sünnet kelamcılarının Hakk'ı sürekli cezalandıran, acımasız, zalim yani "celal sıfatıyla tanımlamasına sunulan reddiyelerdir.
Eğer bu şathiyeleri dikkatlice okursanız, yazılan her satırın sünni islam alimlerinin Hakk'a isnat ettikleri kötülüklere, zalimliklere, acımasızlıklara "bu sizin tanrınız nasıl bir tanrı" karşı duruşu olduğunu anlarsınız.
Konunun daha iyi anlaşılması için Alevi-Bektaşi Batıni öğretisinin Hakk' tasarımı ve Tecellileri konusunda biraz okumanızı öneririm.
Hakk sizleri doğru ilmi istikamet üzere eyleye.
Aşk-ı muhabbet ile
Kaygusuz Abdal hakkında bildiklerimiz çok kısıtlı şeyler, hakkındaki verileri bektaşi menkıbelerinden öğrenebiliyoruz. Abdal Musa'ya ikrar verdiği ve Alaiye valisinin oğlu olduğu ve Mısırda vefat ettiği hakkındaki veriler haricindeki bütün bilgiler maalesef masalsı, destansı hikayelerden öte kanıtlanabilir şeyler değil. Ayrıca orijinal metin olarak elimizde mevcut menakıbnamelerde bulunan bilgilerde kronolojik tarih ile çelişki oluşturur.
Bektaşilikte zaman algısının düzlemsel kronolojik zaman değil, döngüsel zaman algısı olması nedeni ile zaman olarak birbiri ile alakasız olaylar ve kişiler sanki aynı anda yaşamış anlatılır. Bu kronolojik zaman açısından bir kaos oluşturur. Olayları bilimsel olarak anlamakta zorlaşır. Bu nedenle erenler hakkında anlatılan hiçbir olayı akıl potasında eritip bilimsel gerçekliklerle açıklayamazsınız.
Bu açıdan baktığınızda, Alevi-Bektaşi inanç ulularının hayatlarına dair, kişiliklerine dair yazılan herşey sadece bireysel yorumdan öte gitmez.
Bu nedenle Nasıl biriydi sorusunun gerçek cevabı hiçbir zaman bulunamaz.
İşte Alevi-Bektaşi edebiyatının ve yazılı metinlerinin içerdiği bilgileri "ne anlattığı değil, neyi anlatmak istediği" mantığıyla analiz etmek gerekliliği vardır.
Hakk bu yol üzere olanların yar ve yardımcısı olsun.
Sponsor Reklamlar
__________________
Gönül kendine benzeyen gönüle akar
Hz. ALİ (K.V)