NAS SURESİ
De ki:
Deki? Emri çok unsurları ihtiva etmektedir. Peki neyi söylemeli, iletmeli, anlatmalı.
Kime söylemeli, neyi, nasıl, ne zaman, nerede, niçin, hangi usulle anlatmalı.
Kişi, söyleneni, yani KURANI düşünmeli, anlamalı, yaşamalı, içselleştirmeli ki aktarabilsin. Bu, İKRA emrine benzemektedir. Anlamayan anlatamaz. İkra veya gul/deki; okumak, anlamak, ibret almak, yaşamak ve anlatmaktır. Deki, sadece söylemek değil, yaşamaktır, yapmaktır.
Deki, soranlara söylemektir/anlatmaktır, gerek duyanlara izah etmektir, tüm insanlığa ilan etmektir.
"Sığınırım ben, insanların Rabbine.
İnsanların pâdişâhına/Melikine,
İnsanların Tanrısına/İlahına,
Burada, insanların Rabbine, Melikine, İlahına sığınmamız belirtilmektedir. Rablık, meliklik, ilahlık iddi eden, bu sıfatlarına ortak olma iddiasında bulunanlara, sistemlere, düzenlere, firavunlaşan güçlere değil. Sadece ve sadece bunların da Rabbi, Meliki ve İlahı olana, Onun Vahyine uymamız gerekmektedir.
Sığınmak ne demek. Nasıl bir olgudur. Düşünelim.
Bir eve, ülkeye sığınan, iltica eden insan üzerinden olayı anlamaya çalışalım. Eve sığınan kişi, yer içer, rahat eder. Ondan beklenen ise sunulanlara teşekkür etmek ve konulan kurallarına uymaktır. Ülkeye sığınanlar da benzer durumdadır. O ülkenin kurallarına uymak durumundadır. İngiltere’ye sığınan kişi trafikte, ben soldan değil, sağdan gideceğim derse trafik alt üst olur.
Sığınmak, bir ortamdan/halden, şartlardan, kurallardan kaçınıp, başka bir ortama/duruma, şartlara, kurallara iltica etmektir. Ortamı başkalaştırmaktır. Değişimdir, dönüşümdür.
Başka bir deyişle insanı sarmalayan kuralları, şartları bilinçli olarak değiştirmektir.
Ayartılardan kaçınıp, Allah’a Kurana iltica etmektir. Hayatı değiştirmektir.
Nitekim 7/200 Ne zaman şeytândan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir. Ayetinde, kötü düşünceden kaçınıp Allah’a sığınmak, yani o konudaki ayartılardan uzaklaşıp Kuranın ilke ve ölçülerine uymak gerektiği vurgulanmaktadır.
Sığınmak, sığınılan kurallara uymaktır. Allah’a sığınmak da Kuranın kurallarına iltica etmek ve uymaktır.
Rabbine, Melikine, İlahına sığınmak, tüm ayartılardan kaçınıp Vahye uymaktır.
Kuran ölçüsünü rehber edinmektir.
Kuranı okumak, anlamak, ders çıkarmak ve bunları yaşamaktır. Sadece Kurandan yardım almak ve ona göre davranmaktır. Allah’a güvenmek, bağlanmak ve öğretisine uygun yaşamaktır.
1/5 İyyake na'budu ve iyyake nesteîn. Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz! İlkesini hayatlaştırmaktır. İlk sure olan Fatihadan Nas suresine kadar her türlü misalle, döndürüp döndürüp, ayrıntılarla, noksan bırakmaksızın, apaçık anlatılan vahye, vahyin ilke ve ölçülerine uygun yaşam sürmektir. Sorunlarla karşılaşınca yine Allah’tan, Kurandan yardım almaktır. Kuran ölçülerine göre yeniden yapılanmaktır. Sadece Allah’tan, Kurandan yardım, ölçü, ilke almaktır.
Yoksa, Rablik, Meliklik, İlahlık iddiasında olan insanlara, sistemlere, güç iddiasında olanlara, bunları dayatanlara sığınmamaktır. Bunların kurallarına, ölçülerine, ilkelerine bağlanmamaktır. Kurana aykırı tüm ölçüleri benimsememektir.
Bu Kuran dışı ölçüler, ilkeler, kurallar kimden gelirse gelsin kaçınmaktır.
O sinsi vesvesecinin şerrinden
O ki insanların göğüslerine/de (kötü düşünceler) fısıldar.
Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığınırım).
Kimden sığınılmalıdır.
İnsanın iç ve dış alemindeki, ins ve cins, yani görünür görünmez tüm ayartılardan, tutkulardan, esaretlerden, aldatmalardan kaçınıp, Kuran ölçülerine iltica ederek korunmalıdır.
Nas suresinde “Allah kendisine sığınanı, sadece kendi dışındaki görünür görünmez türlerin şerrinden değil, kendi türünün şerrinden de korur M İslamoğlu”. “Cin ve insan kaynaklı vesveseler konusunda şarlatanlara değil, Allah’a sığınmalıdır.M Okuyan”. “Bu sûrede de insanların Allah’a sığınmaları gereken şerlerin [zararlıların] sayılmasına devam edilmiştir H Yılmaz”. “İnsanları kandırıp kötü yollara sürüklemeğe çalışan cin ve insan şeytanları vardır, Allah'ı anmak ve O'na sığınmakla ruh, kötü düşüncelerin etkisinden kurtulur, çünkü “Ancak Allah'ı anmakla gönüller huzura erer! S Ateş”.
İnsanın yapısı ve saadete ulaşmasının yolu açıklanmakta, bu bağlamda sürekli ayartılarının olacağı, bunların insanın göğsünde/içinde bulunacağı ve rablık, meliklik, ilahlık iddiasıyla ve düzenleriyle dış çevresinde de yer alacağı, bu ayartanların görünür veya görünmez olup, her daim ölünceye kadar, her durumda insana vesvese/ayartı sunacağı belirtilmekte ve ayartılardan kaçınıp Allah’a, Kuran ölçülerine ilkelerine/ emirlerine iltica edilmesi yani Kuranın yaşanılmasıyla korunulacağı anlatılmaktadır.
Bu nedenle insan her düşüncesini/tercihini/kararını/eylemini Kuran mihengine/ölçüsüne vurmalı ve denetiminden geçirmelidir.
http://aaldemira.blogspot.com/
NAS SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI
(١١٤-١)
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ
114.1 - Gul eûzu birabbin nâs.
114.1 - De ki: "Sığınırım ben, insanların Rabbine.
kul قُلْ : Deki, demek, söylemek, buyurmak, anlatmak, içten söylemek, iftira etme, uydurma, nisbet etme, adlandırma, söz, görüş, inanç, akide,
Nvsi: nâs النَّاسِ: İnsanlar, kavim, sallanmak, sallanan, lahit, sanduka, ins:cana yakın, samimi, girişken, sosyal, alışmış olmak, aşina, tanıdık, dost, canlılık, kibar, zarif.
rabb بِرَبِّ: Terbiye eden, kemale erdiren, malik, seyyid, efendi, besleyen bakan, ilah, mabud, “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” anlamınadır.HY
eûzu اَعُوذُ: Sığınmak, “bir başkasına iltica etmek, sığınmak” anlamına gelen “اعوذ - e’uzu” sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük “عوذ - avz” kökünden türemiştir. Kur’ân’da bu kökten türemiş “عذت - uztü, يعيذون - yeızune , فاستعذ - festeız” sözcükleri de aynı anlama gelmektedir.HYılmaz.
Euzu /Sığınmayla ilgili ayetler
2/67 Mûsâ, kavmine: "Allâh size bir inek kesmenizi emrediyor." demişti. "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. "câhillerden olmaktan Allah'a sığınırım!" dedi.
3/36 Onu doğurunca Allâh onun ne doğurduğunu bilirken yine şöyle söyledi: "Rabbim, onu kız doğurdum, erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytânın şerrinden sana ısmarlıyorum."
7/200 Ne zaman şeytândan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir.
11/47 (Nûh) dedi ki: "Rabbim, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan ziyana uğrayanlardan olurum!"
12/23 Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: "Haydi gelsene!" dedi (Yûsuf): "Allah'a sığınırım dedi, efendim bana güzel baktı. zâlimler iflâh olmazlar!"
12/79 "Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allah'a sığınırız, yoksa biz zulmedenler oluruz!" dedi.
16/98 Kur'ân, oku(mak iste)diğin zaman kovulmuş şeytândan Allah'a sığın.
19/18 (Meryem) dedi ki: "Ben senden, çok esirgeyen(Allâh)'a sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)."
23/97 Ve de ki: "Rabbim, şeytânların dürtüklemelerinden sana sığınırım."
23/98 "Ve onların yanıma uğramalarından sana sığınırım Rabbim."
40/27 Mûsâ dedi: "Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz(olan Allâh)a sığındım."
40/56 Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allâh'ın âyetleri hakkında tartışanlar var ya, onların göğüslerinde, (hiçbir zaman) erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın, çünkü işiten, gören O'dur.
41/36 Eğer şeytândan kötü bir düşünce, seni dürtecek olursa hemen Allâh'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
44/20 "Ben, beni taşla(yıp öldür)menizden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allâh)'a sığındım."
72/6 Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklığını artırırlardı.
113/1 De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe;
114/1 De ki: "Sığınırım ben, insanların Rabbine.
(١١٤-٢)
مَلِكِ النَّاسِ
114.2 - Melikin nâs.
114.2 - İnsanların pâdişâhına,
• Mlk: Melik مَلِكِ :Saltanat, mülk, melik, sultan, hükümdar, sahip olma, gücü yetme, mülkiyet, ikdidar, melek. “Allah’ın güzel isimlerinden biri olan “melik”, “hükümdar, kral” demektir. “Melik” sözcüğü, “me-le-ke” fiilinden türemiştir. “me-le-ke”, “malik ve sahip olmak [yönetim gücü]” demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve malik anlamında “melik, mâlik, melîk” kelimeleri kullanılır. Mastarı olan “mülk” veya “milk”, sahip olunan ve üzerinde tasarrufta bulunulan şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta bulunmayı da ifade eder. Bu tasarruf öncelikle insanlar, daha sonra da mallar üzerindeki tasarruftur. Nitekim Yüce Allah için “İnsanların Meliki” denilirken, O’nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir. İnsan mükerrem kılınarak yeryüzü ve yeryüzündeki varlıklar kendisinin hizmetine verilmiş, Allah’ın indirdiği ile yeryüzünde tasarrufta bulunacağı için yeryüzü mülkü üzerinde kendisine izafî bir meliklik yetkisi tanınmıştır.Böylece gerçek Melik olan Allah, yeryüzündeki melikliğini kendi belirlediği sınırlar içinde ve kendi seçtiği elçiler aracılığıyla bildirdiği kurallara uygun olmak üzere, insanlar vasıtası ile kullanır. Allah’ın melikliğini yine O’nun belirlediği sınırlar içinde ve emaneten kullanan insanların görevi, kısmen de olsa kendi tasarruflarına verilen yeryüzünde [Allah’ın mülkünde], Allah’ın iradesinin hâkim olmasını sağlayacak sistemler kurmak, yöneticiler seçmektir. Eğer insanlar bu görevi lâyıkıyla yerine getiremezlerse, Yüce Allah, insanların hak ettikleri özelliklere sahip kişilerin melik/yönetici olmalarına izin vermek sûretiyle, yanlış yapan insanları bu dünyada da cezalandırmış olur. Nitekim Mûsâ peygamber ile uğraşan Firavun ve İbrâhîm peygamber ile uğraşan Nemrut, bu tip cezalandırmanın iki tipik örneğini teşkil etmektedirler.Melik” sözcüğü İslâm tarihinde ilk olarak Emevî devletinin kurucusu Muaviye tarafından kullanılmıştır.HY.”
(١١٤-٣)
هِ النَّاسِ اِلٰ
114.3 - İlâhin nâs.
114.3 - İnsanların Tanrısına:
• Elh: İlah: Mabud edinilen her şey, ilah. “örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk” demek olan “ilâh” sözcüğü, genelde “ibâdet edilen, tapınılan, ululanan” nesnelerin ortak adı olmuştur. “İlâh” sözcüğünün “ibâdet edilen varlık” anlamında kullanılmasının sebebi olarak; bu sözcüğe “ihtiyaçları gideren, işlenen amelin karşılığını veren, sükûnet bahşeden [huzur, rahatlık veren], yücelik, hükmü altına alıp koruyan, musibet anında koruyan” anlamlarının yüklenmiş olması gösterilebilir.“İlâh” sözcüğü Kur’ân’da hem “Hak olsun batıl olsun, ayırım yapılmaksızın, insanların tapındığı varlık” anlamında, hem de “Gerçekten ibâdete lâyık olan Hakk mabut” anlamında kullanılmıştır.Kendileri için ilâh olabileceğine inandıkları şeylerin korkulu ve sıkıntılı anlarda kendilerini koruyabileceğini zannederek Allah’tan başka ilâhlar edinmişler ve onlara tapınmaya devam etmişlerdir. Kur’ân, bu insanları bize şu şekilde tanıtmaktadır:
• Onlar, kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye, Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler. Meryem; 81.
• Onlar, Allah’ın astlarından kendileri yardım olunurlar ümidi ile ilâhlar [tanrılar] edindiler. Ya Sin; 74.
• Allah’ın astlarından yalvardıkları yalancı ilâhlar, Rabbinin emri geldiği zaman onlara hiçbir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Hud; 101.
• Ve Allah’ın astlarından çağırdıkları şeyler, hiçbir şeyi yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine de şuurları/ bilinçleri yoktur. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Nahl; 20, 22.
• Allah’ın astlarından Allah’a eş tuttukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar, onlar ancak yalandan başkasını söylemiyorlar. Yunus; 66.
• Allah ile birlikte başka bir ilâha tapma. Ondan başka hiçbir ilâh yok. Kasas; 88.
Eğer bu güce sahip başka “şey”lerin de varlığına inanıyor ve buna göre davranıyorsa, Allah’tan başka “şey”leri de ilâh edinmiş sayılmaktadır.
Ancak, hayatın içindeki sebep-sonuç yasaları gereğince insanların birbirlerinden aldıkları yardımların bu anlama gelmeyeceği tabi’idir. Allah bu durumu, işlerini birbirlerine gördürmek için insanları farklı yarattığını söylemek sûretiyle Kur’ân’da açıkça belirtmiştir. Aslında insanın ilâh edindiği nesnelere dua etmesine ve onlardan yardım dilemesine sebep olan düşünce, o nesnelerin tabiat kanunları üzerinde hükmünü geçirmeye ve tabiat kanunlarının nüfuzu dışında bir kuvvete sahip olduğunu zımnen kabul etmesidir.HY.”
(١١٤-٤)
مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ
114.4 - Min şerril vesvâsil hannâs.
114.4 - O sinsi vesvesecinin şerrinden.
• Vsivsi: vesveseالْوَسْوَاسِ: Vesvese verme, aklından geçirme, içinden geçirme. “Vesvese “alçak bir sesle, fısıltı ile gizli bir düşünce aşılamak, bir işe, eyleme yöneltmek” demektir. Kur’ân’da bu sûreden başka A’râf sûresinin 20., Kaf sûresinin 16. Ve hiç kuşkusuz, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini de Biz biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakını) ve Tâ Hâ sûresinin 120. âyetlerinde geçmektedir.HYılmaz.”
• Hınsi:Hannâs الْخَنَّاسِ : Sinsi, uzak, çok sinsi, gizlenen, anlamındadır.81/15 de de geçer. “el-Hennâs , geri kalmak anlamındaki hunûs kökünden mübalağa sıfatıdır. Geri kalan, kötülüğe sürüklemek için insanı ardından izleyip döne döne vesvese veren demektir. SAteş”.
• Şerr شَرِّ :Şer, ayıp, kötülük, kıvılcım