Aleviler Müslüman mı?
Avrupa Alevi-Bektaşi Birlikleri Konfederasyonu, Alevi Birlikleri Federasyonu ve Pir Sultan Dernekleri Genel Merkezi 2004 yılında bir basın açıklaması yaptılar. Bu üçlü 'Alevilik İslam dışıdır' tezini gündeme getirdi. (Bkz.
http://arsiv.aksam.com.tr/haberprn.asp?a=49528,11)
Devlet arşivlerinde bu türden çok sayıda gizli belgenin bulunduğu tahmin etmek zor değildir. Bunların tümüne ulaşmak, kuşkusuz mümkün değildir. Ancak biz, 1925 yılında doğrudan Atatürk tarafından Şark İlleri Asayiş Müşaviri olarak görevlendirilen ve bu tarihten itibaren yönetime gizlilik dereceli etno politik inceleme raporları veren Prof. Hasan Reşit Tankut'tan birkaç küçük alıntı yapmakla yetineceğiz.
Tankut, bu görevlendirmeden sonra verdiği 23.7.1928 tarihli, ilk raporlarının birinde Ali-İlahi Kızılbaşlar nı değerlendirirken şu belirlemede bulunuyor: "Bunları Bektaşiler'e benzetmek azim bir hatadır. Bektaşilik, Melimilik felsefi birer tarikat olduğu halde Ali İlahilik bir dindir.
Atatürk'ün danışmanı Tankut, bir başka gizli raporunda ise Alevilik konusunda şu belirlemede bulunur: Görünürde Türkiye de yalnız Müslümanlık var sayılır. Halbuki işin içyüzü hiç de öyle değildir. Aleviliği İslam'ın bir mezhebi veyahut bir tarikat sayanlar, tamamı ile aldanmışlardır. Rabbülalemin olanı İlahı, Resullah olan Muhammed'i kelamullah olan Kuran'ı ve hadisleri bulunmasına rağmen Alevilik Müslümanlık değildir. Onu Şiilikle karıştırmak da hata olur"(bkz. Mehmet Bayrak, Alevilik-Kürdoloji-Türkoloji Yazıları)
Güneş ve doğaya tapma Ayini cem ve diğer yaygın alevi Rütüeller Dersimlilerin yaşamında önemli bir yer tuttuğu görüküyor. Andraning bunun yanında gök gürlemesi yağmur ateş ve su kaya ağaç gibi doğa unsurlarına tapıldığını söylemektedir.
bunarağmen güneşe tapma güneşin doğumunda her sabah yapılan ritüellerden biriydi.Bu tapınma biçimi yerden yere değiştiği belirtti. Ali Kemali Dersimlilerin, güneş ışınlarının ilk değdiği noktada tapınmaya başladığını belirtir. 1920 yılında Malatya yakınlarında bir köyde geceyi geciren Melville Chater, güneşe tapmanın daha farklı bir biçimini belirtir. Kürt Alevi köyünde köylüler güneş doğmadan kalkar ve tarlalarına çalışmaya giderlerdi. Güneş doğarken her bir adam kadın çoçuk doğuya döner başlarını eğerek nazik bir şekilde günaydın derler ve sonar günlük rutin işlerine devam ederlerdi.
En güvenilir olanı da belkide dersimli biri tarafından Dersim in geleneksel dini çalışması üzerinebir çalışmadır. Ki o çalışmada Güneş yükselirken insanlar ona döner ve dua ederlerdi ve yüzleri toprağa yere bakar ve öperlerdi yada ellerini ağızlarına götürür ve dua ederlerdi.(Bkz. Kürt Alevilerin Etnik Kimliği Üzerine Tartışma Martin van Bruinessen)
Türkiye Devleti, Aleviler Konusunda Lozan Antlaşması’na Uyuyor mu?”
Tek millet-tek din” anlayışını hayata geçirmeye çalışan İttihadçılar bunun ideolojik temellerini atarken; bunun devamı niteliğindeki Kemalist yönetim de, kalınan noktadan işe devam ediyordu. Bu organizasyonun gerek Meşrutiyet, gerekse Cumhuriyet dönemindeki öncülerinden biri de uluslararası delegelikler ve Sağlık Bakanlığı yapmış Arnavut kökenli Dr. Rıza Nur’dur. Rıza Nur, Lozan Antlaşması görüşmleri döneminde Kürtler’in ve Aleviler’in demokratik haklarını engellemek ve bu kesimleri asimile etmek ( Arapça söyleyişle Temsil) için yoğun bir çaba içerisinde olur.
Buna rağmen, Lozan Antlaşması’nda Alevileri de doğrudan ilgilendiren kimi maddeler yer alır. Üstelik bu maddeler, kimilerin iddia ettikleri ve saptırdıkları gibi salt Ermeni,Rum ve Yahudi gibi azınlıkları değil; Aleviler’i de doğrudan kapsamaktadır. Tersi yorumlar; Lozan Antlaşması’nın 38 ve 39. maddelerine açıkca aykırıdır. Sözkonusu Antlaşmanın 38.maddesinin 1. paragrafı şöyledir:
“Türk hükümeti; menşe, ulus, dil, ırk ve din farkı gözetmeksizin tüm Türkiye vatandaşlarının hayat ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasını yükümlenir.”
Antlaşmanın 39. maddesinin ilk üç parağrafı ise şöyledir:
-“Müslüman olmayan azınlıklarına mensup Türk vatandaşları da, Müslümanlar ile aynı yurttaşlık ve politik haklardan yararlanacaklardır.
-Din farkı gözetmeksizin Türkiye’de ikamet eden herkes yasa karşısında eşit olacaktır.
-Din, mezhep ve inanç farklılıkları dolayısı ile herhangi bir Türk vatandaşına karşı, medeni ve politik haklardan, örneğin kamu görevlerinden, işlev ve unvanlarından yararlanmak veya herhangi bir meslek veya sanat icra etmek konusunda önyargılı davranılmayacaktır.”
Kaynak: Mehmet Bayrak, Alevilik-Kürdoloji-Türkoloji Yazıları
Alevi Katliamları
Maraş Katliamı, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana gelen katliam. Olaylar Alevi ve Sünni inançlı vatandaşlar arasında yaşanmıştır. Yedi gün süren olaylar sırasında 150 kişi öldürüldü, Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın işyeri tahrip edildi…
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mara%C5%9F_Katliam%C4%B1
Çorum Katliami, Çorum'da 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen sağ-sol ayrımı temelinde, mezhep çatışması yüzünden Çorum ilinde ortaya çıkan kanlı olaylar. Ülkücülerin, Alevi mahallesi olarak bilinen Milönü Mahallesine saldirmasi üzerine, çogu Alevi olmak üzere resmi kaynaklarca 57 sol görüşlü yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan olaylar…
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87orum_Olaylar%C4%B1
Sivas Katliamı ya da Madımak Olayı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından organize edilmiş olan Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin yakılması ve 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanının yanarak ya da dumandan boğularak hayatlarını kaybetmesi ile sonuçlanan olaylardır…
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sivas_Katliam%C4%B1
Gazi Mahallesi Olayları, 1995 yılının mart ayında İstanbul'un Sultangazi ilçesi'ne (o dönemde Gaziosmanpaşa) bağlı Gazi Mahallesi'nde provokatif bir saldırı sonucu başlayan ve şehrin diğer bölgelerine yayılan olaylar.
12 Mart 1995 günü akşam saatlerinde İstanbul’da Alevi vatandaşların çoğunlukta yaşadığı Gazi Mahallesi'ndeki dört kahvehane ve bir pastane aynı anda kimliği belirsiz kişilerce bir taksiden otomatik silahlarla açılan ateşle tarandı. Saldırılar sonucu Halil Kaya adlı bir vatandaş hayatını kaybederken, beşi ağır yirmi beş kişi yaralandı.[1] Saldırganların olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünü öldürdükleri ve taksiyi ateşe vererek kaçtıkları anlaşıldı. Olayların ardından çok sayıda Alevi vatandaş, Gazi Mahallesi'nde toplandı, emniyet kuvvetlerinin olaya geç müdahale ettiklerini öne sürerek polis karakoluna yürüdü. Polis halkın üzerine ateş açtı. Açılan ateş sonucu Mehmet Gündüz adlı bir vatandaş yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi de yaralandı
13 Mart günü olayı protesto etmek için İstanbul'un dört bir yanından gelen yaklaşık 15 bin kişi polis karakoluna tekrar yürüyüşe geçti, çevik kuvvet ve özel timlerle desteklenen polis tekrar gruba ateş edince çatışma başladı. Çatışmalar sonunda on beş kişi hayatını kaybederken, aralarında gazetecilerin de bulunduğu birçok kişi yaralandı. Aynı gün İstanbul valiliği Gazi Mahallesi ile iki mahallede (Zübeyde Hanım ile Esentepe) daha sokağa çıkma yasağı ilan etti. Gazi mahallesi'ne giriş ve çıkışlar polis kontrolüne alındı. 14 Mart günü, Gazi Mahallesi'nde konan sokağa çıkma yasağına rağmen olayların bir türlü yatıştırılamaması üzerine bölgeye askeri birlikler sevk edildi. Yine aynı gün Gazi Mahallesi'nde çıkan olaylar nedeniyle Ankara Kızılay Meydanı'nda çıkan olaylarda otuz altı kişi yaralandı. 15 Mart'ta olaylar Ümraniye'ye sıçradı. Mustafa Kemal Mahallesi'nde çıkan olaylarda beş kişinin ölmesi ve yirmiden fazla kişinin yaralanması üzerine bu bölgede de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 16 Mart'ta dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu olayların yatıştırıldığını söyleyerek bölgedeki sokağa çıkma yasağının kaldırıldığını açıkladı.
Kaynak: Wikipedia
Esas olarak Elbistanın yobaz Yukaraı Yapalak köyünden getirilen saldırganların çektiği grup, ellerinde Türk bayrakları ve sopalarla ''beçinci mezhep kalktı dinsizlere ve komünistlere ölüm'' diyerek,ihtiyaçlarını karşılamak için çehre gelen insanlara rastgele saldırmaya başladı.Bu saldırının kurbanları esas olarak dış görünüşleri itibariyle alevi olduklarına kanaat getirilen insanlar oldu.Bu insanlar saç ve sakallarından tutularak yerlerde sürükleniyor,sakalları ve bıyıkları yolunuyordu.Daha önce alevilere ait olarak belirlenen işyerleride tahrip ediliyordu.
Bu olayın darbesinden bir türlü kurtulamayan Afşin'in Kaşanlı köyünden mahalli ozan Cafto Hüseyin bir süre sonra hayatını kaybetti.
Kaynak: Aleviweb
Alevileri içeren dini azınlık cemaatini tehdit altına almak ve korkutmak ve onlara karşı ayrımcılık yapmıştır.(Bkz Türkiye İçin Dini Özgürlük)
Madde 38-Türk Hükümeti, Türkiye'de oturan herkesin doğum, bir ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalite) dil, soy, ya da din ayrımı yapmaksızın hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir
Yukarıdaki Katliamlara bakıldığı zaman bir süreklilik olduğu görülmektedir. 1978 yılından 1995 yılana kadar Alevilerin katledildiği anlaşılmaktadır. Lozan Antlaşmasının Azınlıkları koruyan bölümündeki Madde 38'e göre Bu zaman dilimde Alevilere yönelik bir katliam sürecinin olduğu ve Alevilerin hayatları yani canları ve özgürlükleri sağlanamamıştır. Bu tespitimizi Birleşmiş Milletlere ait Dinsel Özgürlükler komisyonu 2011 yılına ait rapor doğrulamaktadır.
Özellikle Birleşmiş Milletlere ait raporda “ayrımcılık” kelimesi yukarıda belirtmiş olduğum Alevi katliamlarında tek taraflı olarak uygulanmıştır ve dönemin kolluk güçlerinin ayrımcı davrandığı ilgili konulardan anlaşılmakta ve yaşamlarını yitirenlerin çoğunun Alevi olduğu anlaşılmaktadır.