İLK EHLİ HAKLAR
Konuya girmeden önce, önemli bir mevzuya dokunmak istiyorum. Sizlerle paylaştığımız bu bilgiler, ilk ehli haklar olan Hurufilerin (Araf arifleri) ve sani ehli hakların (ikinci dönem ehli haklar) temel düşünce sistemleridir. Çağdaş ehli hakların (üçüncü dönem: Fipa dönemi) düşüncelerini ileride sizlerle paylaşmak umudundayım.
Hurufi denilen akımı, Fazlullah Naimi Tebrizi geliştirmiş ve bir sistem haline getirmiştir. Fazlullah Naimi’nin asıl adı Fazlullah ibn-i Abdurrahman Hüseyni’dir. Hicri 740 yılında Tebriz’in güney tarafındakı İlhıcı kasabasında sufi bir ailede dünyaya gelmiştir.( ilhı at sürüsü, ilhıcı ise atlara bakan demektir). Tebriz yakınlarında İlhıçıda doğduğu için “Esterebatlı” ( İlhıçı isminin farsça karşılığı) da demişlerdir. Fazlullah Naimi yaşadığı dönemde Halalhor ( yani helal lokma yiyen ) olarak da tanınmıştır. Henüz 15 yaşındayken rüya yorumlamaya başlamış ve rüyaları yorumlayan Fazlullah Naimi’ye çevresindeki halk Yusuf peygamber gibi bakmaya başlamıştır. Fazlullah Naimi, Sultanlık piramidine inanıyordu. Onun vahdeti vücut anlayışında Hakkın her yerde, her zamanda ve birde, her bir kâmil insanda mevcut olduğuna inam vardı. Fazlullah Naimi’nin Sultanlık piramidi teorisi, onu suskun sufilikten uzaklaştırdı. Fazlullah Naimini batini lider kimi ön plana çıkaran ve onun talimine ilginin giderek artmasına neden olan da bu özelliktir. Fazlullah Naimi zamanında Sultanlık Piramidi teorisi benim açıkladığım ve isim verdiğim gibi tanımlanmıyordu. Fakat asıl olan Fazlullah Naimi taliminin bu teorinin, var olma prosesinin başlangıç dönemi olmasıdır. O insanların hem dünyevi, hem de ruhani anlamda serbest ve özgür olması gerektiğini savunuyordu. Rakamların ve sayıların bazı değerleri ve hurufların (harflerin) sırlı olduğuna inanıyordu. Bundan dolayı onlara Hurufi diyorlardır. Halbuki Hurufilerin kendi yazılarında bu tanımlamaya itiraz var:
Ehli haka sen hurufi dersin
Senki ilmi ledüne gasirisin
Vakıf oldunmu huruf nedir
Müshefin cevheri huruf nedir
Nurdur ismi sifatı anın
Müfredat mürekkebatı anın
Hemdullahdır akidemiz hub
Harfi Kuraniye olmuşuz mansub
Fazlullah Naimi’nin düşünceleri gittikçe yayılmaya başlamıştır. Bu durumdan rahatsızlık duyan aksak Timur’un (Timurleng) Şirvan’da hâkimiyeti elinde bulunduran oğlu Miranşah tarafından yakalanmış, elleri ve ayakları dört ata bağlanıp parçalanarak öldürülmüştür (hicri 804). Şah Fazlullah’ın düşüncelerinin yer aldığı ve kutsal kabul edilen “Cavidanname”, “Muhabbetname”, “Arşname” ve bir çok kitapları vardır. Fazlullah Naimi’nin ölümünden sonra Hurufilik akımı halifeleri Aliyül A’la, Seyit İmadeddin Nesimi ve 70’e yakın diğer halifeleri tarafından yayılmaya devam etmiştir. Özellikle de Seyit Nesimi’nin şiir divanlarıyla Hurufilik anlayışı günümüze kadar gelebilmiştir. Seyit İmadeddin Nesimi, Şam ve Halep’te Enel Hak dediği için,derisi yüzülerek öldürülmüştür. Burada unutmamalıyız ki, Hurufilerin en büyük halifesi olan Aliyyülala, ehli haklar arasında da kutsal sayılır. O, Sultan Sahak’ın yaveridir ve ehli haklarda Ali Kalender ismi ile tanınır.
Hurufiler bazı harfler ve rakamların kutsallık ve başka anlamlar taşıdıklarına inanıyorlardı. Mesela , Kuran’da bazı surelerin başlangıcındaki hurufu mukattaaya , yani sırlı kelimelere ( elif, lam, mim,alr ve b. ) dikkat çekmişler. Arapça en uzun kelimenin 7 harften oluştuğunu söylemişler. 12 rakamını on iki burçtan dolayı kutsal kabul etmişler . Tanrının gerçek isminden bahsetmişler. Hurufilere göre Adem yaratıldığında otuz iki harf öğrenmiş. Bunun yirmi sekizi Arap harfleri, dördü fars harfleridir. Fazlullah’da bulunan “z” sesi ebcet hesabında sekiz yüz rakamına denk geliyor. Bu ses Kuran’da çok tekrarlanmıştır. Allah’ı tanımak, kelimeleri tanımaktan ibarettir. İnsanla Tanrı irtibatı yalnız bu kelimeler ve rakamlar aracılığıyla olur. Mana’nın tasavvuru, lafsı tasavvur etmekle mümkündür. Lafsın, yani kelimenin manadan önce geldiğini söylemişlerdir. Bunu şu sözlerle ifade etmişlerdir: isim cisimden önce yaranır ! Bu felsefe her bir zaman büyük tahrif ve değişmelere maruz kalmıştır. İş oraya kadar varmıştır ki, eski Sovyetler Birliği döneminde Nesimi hakkında yapılan filmde onun adından “cisim isimden önce gelir” yalanı verilmiştir. Eğer Hurufilerin bu düşünceleri, yanlış ve saçma olsaydı, neden o boyda imparatorlar bu kadar acımasız bir şekilde onların katline ferman versinler ki. Ele yaşadıkları bu faciaların derinliğinden, Hurufiler gibi akımların ne kadar ciddi bir sistem olduğunu çok rahat anlaya biliriz. Hurufilerin iyice incelenmemesinden dolayı, onların bazı düşünceleri gerçek dışı ve hatta hurafe görüne bilir. Fakat şunu da unutmayalım ki, böyle akımları değerlendirmek için her kesin sabır ve bilgi kapasitesi de yeterli olmaya bilir.
Örnek düşünceler:
-İnsan yüzü bir kitabedir.
-Tanrı insan yüzünde tecelli etmiştir.
“Seni bu hüsnü cemal ile , kemal ile görüp
Korktular hak demeye, döndüler insan dediler”
Seyit Nesimi
-onlar dinde taklit etmekten kaçmışlar (ez feribe her mogelled resteim).
- Mansur gibi isyan eder ve feryatlardalar (Hemço Mansur enel heg zede ez gayete şog-ber sere dare bela,ne’rezenan miayem) ve...
Bence, tekamül Allahın adaletinin en büyük alametidir. Onun içinde sırlar çözülmelidir. İlk ehli hakların en büyük sloganları ise budur: HARFLERİN ve RAKAMLARIN SIRRINA VAKIF OLDUKTAN SONRA İNSANLA TANRI ARASINDA VASITAYA GEREK YOKTUR! Kamil insan güçlü ve özgürdür. Hurufilik insanın iç dünyası ve tasavvurlarıyla ilgilidir. Hurufilik gibi akımlar aslında özgürlük mücadelesini vermişlerdir. Kuran’ı yorumlamanın ve onun hakkında fikir beyan etmenin sadece gücü elinde bulunduran iktidarların ve onların yanında yer alan sahte din ulemasının tekelinde olmadığını savunmuşlar. İnsanların vasıtasız ve özgürce Tanrıya ulaşabileceklerini savunduklarından dolayı da, dönemin güç odakları tarafından kanlı baskınlara maruz kalmışlar. Hurufiliyi ona kadar mevcut olmuş tüm akım ve tarikatlardan farklı kılan özellik, baskılara rağmen yılmadan ruh ve fikir özgürlüğünü ön plana çıkarmasıdır. İşte klasik tarikat yapılanması ile Hurufilik arasındaki Tanrı-İnsan irtibatının farklı özelliğinin temeli bu ayrıntıdır.
Hurufilerin Hakla irtibat vasıtaları ile klasik şeyh kavramına dayalı sistem arasındaki önemli farklar bunlardır:
-Hurufilik her hangi bir siyasi hakimiyete bağlı değil;
- Hurufilerin toplumlara hakikat ilmini ulaştırmaları karşılığında her hangi maddi beklentisi yoktur;
– Hurufilerin Tanrı ile irtibatı ahkamlara değil, ilhama dayalıdır.
Hurufi düşüncesinde her isim zatını kendi içinde barındırıyor. Harf ve kelimenin etkileri açıktır. Mesela ekşi nar sözünü tekrarlayan insanın ağzında sulanma olacağı kesindir. Bir ismi tekrar edip hatırlamak zikir merasiminin zeminini hazırlıyor. Bu hatırlama ya bireysel ya da cem şeklinde zikir merasimine dönüşüyor ve hakka dönmenin zemini sayılır. Yani Kuran-i Kerim’in“ inna ileyhi râci’un” (biz Tanrıya dönüyoruz ) buyruğunun iç anlamı ortaya çıkıyor. Kuran-i Kerim bazı konularda ana başlıkları vermiş ve “inna ileyhi râci’un” mekanizmasını bizlere bırakmıştır. Şu bir gerçek ki, Kuran-i Kerim konuları başlıkları ile birlikte açıklasaydı zamana hitap eden kitap olmazdı. Dolayısı ile Kuranın sayfaları,yerden göğe kadar olurdu. Kuran’ın bazı konulardaki bu tavrı yorumlara neden olmuştur, zira yorum meydanını Kuran-i Kerimin kendisi açmıştır. Bu nedenle de her kes bu ayetleri kendi ruh haline göre yorumlama şansı bulmuştur. Ama bazıları bu yorum hakkı ancak bize aittir demişler ve bu tekelcilik iddiası siyasi ve manevi çatışmalara neden olmuştur. Günümüzde de aşırı dinci geçinen ülkelerde bu tehdit uygulanmaktadır. Halbuki gerçek özgürlük insanın kendisiyle diyaloglarından,Tanrıya dualarından başlar. Yorum yapmak, Kuran’ın kendisini de özgür bırakmaktır. Ele bu baskılar yüzünden, Şah Fazllullah Naimi de, büyük mücahit Hz. Şems gibi tarih dolaplarında saklanmaya mahkum edilmiştir. Bu saklı tutmak isteği Şah Fazllullah Naimi ve Şems-i Tebrizi kimi şahsiyetlerin hala dini tekelcileri korkutan büyük bir potansiyele sahip olduklarını kanıtlamaktadır. Bu açıdan, tarihte üç şahsiyetin (Hazreti Şems-i Tebrizi-Şah Fezlullah Naimi -Şah İsmail Hatai) kaderinin ve onlara yaklaşım tarzının birbirine çok benzerliği olduğunu anlaya biliriz: Bu üç dehanın her biri aynı özelliğe sahipler. ONLAR KURUCULARDIR!
Cavid Murtezaoğlu ("Yarizm" adlı kitabından alıntıdır.)