Türabi
Seheri suph-ü dem ol yâri gördüm,
Gamımı aparan gamharı gördüm.
Erenler toplanmış divan kurulmuş,
Bana gösterdiler, sultanı gördüm.
Her ne tutarsan barça fenadır,
Abdallıkta hak yâri gördüm.
Güftari gördüm kircarsız yürümez,
Her şeyden ileri kirdarı gördüm.
İbrahim padişah, Tanrı sıfattır,
Divara baktım didarı gördüm.
Cangu erenler durmuş kuşanmış,
Aşikâre atlanan suvarı gördüm.
Mağripten meşrika kapı açıldı,
Hadimül fukarada çok varı gördüm.
Her kim dertlidir sürülsün Ceme,
Tekbir aparsın timarı gördüm.
Türabi ümidin kesmiş cihandan,
Gümansız bigüman hak yarı gördüm.
İZAHLAR:
süph dem: sabahın birinci vaktı
gamhar: sırdaş, en yakın dost
Divan: âli mahkeme
Barçe: bari evet, tabi ki
Abdallık: zaman ve mekâna tabi olmayan
Güftar: konuşma, hitabe
Kirdar: amel, hak yolunda hareket
Didar: ziyaret, görüş
Cangu: can söyleyen, fedai, mürit
Aşikâre: zuhur eden, malum olan, kayıptan gelen
Atlanan suvar: atına binen süvari
Mağrip: batı
Maşrik: doğu
Hadimül fukara: fakirlerin hizmetçisi (Hz. Muhammed)
Tekbir: Allahu ekber demek, büyüklüğü beyan etmek
Timar: okşamak, huzura kavuşturmak
AÇIKLAMASI:
Seheri suph-ü dem ol yâri gördüm,
Gamımı aparan gam harı gördüm.
Türabi de sabah çağlarını keşfetmiş. Seherin ne kadar önemli olduğunu anlatmak istiyor. Ehli haklarda irtibat ve zikir vakti, ezan okunan zamana kadardır. Çünkü ehli şeriattan, tarikattan ve marifetten önce Hakka selam vermek ehli hakikata öngörülür. Bellidir ki ezana yakın bir zamanda o kendi yarısını görmüştür. O yarısı da onun Batini ve maddi gamlarını silip temizlemiş. İnsan yarısıyla irtibatta olduğu zaman, yani kendi içindekilerle irtibatta olduğu vakit, bu irtibatta bir anlaşma olduğu zaman temizlenir. Cismi yerde kalır, ruh O didara layık görülür.
“ Gece ruhum uçuban, yerdedi cismim baki
Aşığın var sefere Düldül ile Burakı”
101 NEFES
Erenler toplanmış divan kurulmuş,
Bana gösterdiler, sultanı gördüm.
Erenler toplanmış, divan kurulmuş. Türabı, erenlerin toplandığı yeri âli mahkeme olarak görüyor. Tüm dünyevi ve batini kuralları bu âli mahkeme ve şura koymaktadır. Türabı’ye göre bir aşığın Hakkı ziyaret etmesi için bu âli mahkemenin kararı olmalıdır. Çünkü “Bana gösterdiler sultanı” diyor. Bu deyişte tüm kafiyeler elif, r, harfleridir, ama bu beyitte a, n kafiyesi halini almıştır. Burada kelimeler, zaman içerisinde, yazıya aktarılırken değişmiş olabilir ve yar, sultan halini almış olabilir. Bir ihtimal de budur ki Türabı kendisi hal içinde Sultan demiş de olabilir.
Her ne tutarsan bağırça fenadır,
Abdallıkta hak yâri gördüm.
Dünya malı ve servetiyle, fani olan şeylerin umuduyla hiçbir zaman Hakka varılmaz. Çünkü geçmiş tarihten insanların tecrübesi var ve Hatta kendi etrafındaki insanlarda görmüş ve tecrübe etmiştir. Türabı, Abdallıkta Hak yâri görmüştür. Abdal dünyadan sıyrılandır. Fenaya mecbur olanları terk edip her zaman baki olan unsurların peşinde gidendir. Bakın, bir insanın annesi ölebilir, çünkü anne fanidir. Fakat annelik ölmez. Sevgili fanidir ölebilir, ama aşk bakidir ölmez. Abdallıkta Hak yâri gördüm diyor Türabı. Görme konusuna daha önce değinmiştik. Malumdur ki orda bakmak ve görmek arasında çok fark vardır. Ama aşk gibi metafizik varlıkları tasavvur etmek için bakmak yetmez, görmek gerekir. Görmeyi geliştirmek için eğitim müfredatında, kırk aşamadan geçmelidir. Bu da kırk makamdır. Bu kırk makam erenler tarafından işaret edilmiştir, fakat maalesef açıklanmamıştır. Eğer açıklamışlarsa da derslik olarak kimsede bulunmamaktadır. Bugün çok nadir insanlar o kırk makamı uygulamakla meşguller ve hala onu bir sır olarak tutmaktadırlar. Bu makamlara “Halpa” diyorlar. Görmek, her dervişin özel yeteneği ve tekniğidir. Bir üstadın vasıtasıyla geliştirilebilir. Kırk makamdan sonra yetmiş yedi aşama daha onları beklemektedir.
Güftari gördüm kirdarsız yerimez,
Her şeyden ileri kirdarı gördüm.
Alevilerde Kirdar, Cemlerdeki lokmayla aynı anlamı taşıyor. Türabı, bir lokma yapıp birine vermeyi o kişiyle yıllarca konuşmaktan da üstün tutuyor. Cemlerde dağıtılan lokma ve kirdar şekil olarak küllü hizmetin ( hizmetin tamamı) simgesidir. Konuşmaya çok meyil verenlerin zahit olma tehlikesi çoktur. Çünkü Tasavvuf ve irfan dünyasında emelsiz âlimlere zahit denilmiştir.
İbrahim padişah, Tanrı sıfattır,
Divara baktım didarı gördüm.
Türabı, Şah İbrahim döneminde veya yakın bir dönemde yaşayan mestane bir pirdir. O Şah İbrahim’i Tanrının sureti değil sıfatı olarak görüyor. Çünkü o şekilci değildir. O beyninde Tanrıya hiçbir şekil vermemiştir. Tanrılık onun beyninde suret değil, sıfattır. Turabi, Padişah İbrahim’de Tanrılık vardır diyor, ama o, Tanrıdır demiyor. Bu ikisi farklıdır. Her kadın çocuk doğurabilir fakat her kadın analık yapamaz. Burada sıfat sözü zatı taşıyan bir kelimedir. Türabı için Mehmet, Asker veya herhangi bir insan o sıfatı taşıyor olabilirdi. Bu nedenle duvara baktım diyor. Duvardan kastı maddedir. Maddeye bakıyor. Bu madde bir insan olsa bile, o, duvarın arkasındaki zatı ve görüşmeyi görüyor.
Bayrek Kuşçuoğlu bunu şöyle ifade etmişti: “Kalıp bana bahaneydi, nur idim hicare çektiler”.
Cangu erenler durmuş kuşanmış,
Aşikâre atlanan suvarı gördüm.
Cangu, yani fedai erenler, çok hizmet veren erenlerdir. Çok hizmet veren erenler ayakta durmuş ve kemerlerini bağlamışlar. Onlar kemerlerini hizmet vermek için bağlamışlardır. Ehli Haklar Ali’nin kemerbestleri derler. Onlar eline, beline, diline sadık olanlardır. Onlar ellerini, bellerini ve dillerini Hakka teslim etmiş kişilerdir. Ceme girerken bel bağlamak her zaman Hakka hizmet vermek anlamındadır zaten. Cemde nasılsak dışarıda da öyle olmalıyız. Biz Ceme ilham almaya geliyoruz. Cem törenleri bizim hayatı nasıl yaşadığımızı kolayca gösterir. Erenler dünyasında hiç kimse birbirini renk, dil, din, meslek, servet gibi şeylerle ayırmaz. Herkes kemeri hizmet için kuşanmıştır. Bu beytin ikinci mısrasında Türabı, Şahı gördüğünü, yani o ruhu taşıyanı gördüğünü söylüyor. Türabı, aslında gizli olanı görebildiği için, O, aşikâr olmuştur. Tıpkı Tanrının varlığını aşk ile hisseden birinin Onu görmesi gibi. Eğer o,Tanrının varlığına inanmasaydı, Tanrı ona aşikâr olmayacaktı. Erenler dilinde atlı suvar imam Zaman’dır. Her kes bir şekil ve felsefede onu beklemektedir.
Sahip-i Zamanı farklı açıdan bekleyenler vardır. Örneğin:
1. İmam Zamanı olduğu gibi, yani nasıl kayıp olmuşsa öylede zuhur edeceğine inananlar. Bu grubun inancına göre o naci suret ve şahsiyet olarak aynı imam Mehdi’dir.
2-Kendi içlerindeki zaman kuyusundan çıkmasını bekleyenler. Yani Sahip-i Zamanın insanın içindeki karanlık kuyudan çıkıp, insanı ışıklandırıp aydınlatmasını bekleyenler. Yani zuhuri şah, her insanın gönlünde olacaktır.
3- Donbadonda bekleyenler. Donbadon felsefesinde, imam Zaman ve ya başka kutsallar bile, her bir dönem geldikler için, şekil değiştirmek zorundalar ama mahiyet olarak aynı ruhu taşıyorlar. Bu düşünceye göre, yeryüzü zaman rehberi olmadan olmaz. Eğer her dönemde imam yok ise, onda imam zaman sözü değerini kayb eder. Bâtınilere göre, bir insan kendi içindeki nefsini arındırıp yüzde yüz pak olduktan sonra „Enel Hak“ dediğinde Hakkı bulur. Sahip zaman da, peygamber de o Hakkın içindedir zaten. Bir bütünlük oluştururlar. Sahip zamanın ruhu insanın içinde zuhur eder. Yani zuhur eden, insanın, kendisidir. Derinlere daldığımızda,4 kapı düşüncesi burada da kendisini göstermektedir:
1-Zahirde bekleyiş
2-Her kesin batınında bekleyiş
3-Zahiri ve şeriat değil, batini insanda zuhur etmek
4- Sırrı mutlak. Burada Türabı, 3.grubun atlı suvarından söz ediyor.
Şimdi bekleyelim mi, yoksa Enel Hakk mı diyelim? Eğer insanlar içten kâmilleşmese, kâmil bir insan hâkimiyete geçse de kâmil olmayanlar bu hâkimiyeti çürütürler. Demek ki herkes kendi nefsinin zulmünden kurtulmalıdır. İmam Zaman insanlık ruhunun zirvesinde duruyor. İnsanlığın o zirveye ulaşması lazımdır. Sahibi Zaman geldiğinde insanlar korkudan mı, yoksa saygıdan mı dinleyecekler? Saygının da bir temeli olmalıdır. Mecbur oldukları için dinleyenler nereye kadar dinleyecekler? İnsanlar bir şeyi köle gibi kabul edeceklerse, bunun ne anlamı var? Bu köle buna ne kadar dayanabilir? Kendi nefsini buna hazırlamamış veya zemin hazırlamamışsa, bu nefsi ondan dönecektir.
“O adaleti öyle sağlayacak ki zalim kalmayacak, herkes aynı seviyede yaşayacak “ gibi istekler bir partinin iktidara gelmek için söylediği sözlere benziyor. Kimse zulüm görmeyecek dendi, fakat bu kurallar insanların etik kurallarını geliştirmedi. Yukarıda belirttiğimiz gibi Kuran-ı Kerim “ Ve biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim“ (Kasas/5) diyor. Eğer bu ayetteki gibi liderler olacaksa, onların önderliğinde ilerleyecek insanlar da vardır. Yine burada insanlar arasında derecelendirmeler olduğu görülür. Kuran-i Kerim Zuhruf Süresinde “Biz bazılarınızı, bazılarınıza üstün kıldık” diye buyurur. Demek ki insanlar arası bu tabakalaşma her zaman vardı ve var olacaktır. Kuranda bu tabakalaşma ruhanidir ve sınıfsal anlamında söylenmemiştir. Atlı suvarın karşısında deccal olacaktır.
Deccal=zahit+kâfir
Şahım at üste onu kanına geltan edecektir.(101 nefes)
Mağripten meşrika kapı açıldı,
Hadimül fukarada çok varı gördüm.
Mağrip ile maşrık bir irtibat kapısıdır. Bâtıni olarak baktığımızda insanın iç dünyasına güneşin veya nurun doğması (artırılması), aynı zamanda insanlar vasıtasıyla bu güneşin batma ihtimali de vardır. Mağrip ve maşrık ikisi de hakkın parantezleridir. Hadimül Fukara, Hz. Muhammed’in lakabıdır. Türabı, bir anlamda Hz. Muhammed’de çok varlığı görmüştür ve belki de o, maşrık dünyasına beyaz bir kapı açıldığında Hz. Muhammed’in nurunu görmüştür. Çünkü yalnız güneş dünyasında varlar var görünür. Burada fukara kelimesi iki anlam taşıyabilir. Birincisi fakirlere bakmak onlara hizmet etmek, sosyal hizmetler gibi. İkincisi ise Batini ihtiyaçları olan fakirlere hizmet etmek anlamındadır.
Her kim dertlidir sürülsün Ceme,
Tekbir aparsın timarı gördüm.
Bu beyitte aparmak kelimesi söylenen tekbiri kabul eden anlamındadır. Tekbiri kabul eden Sultandır ki dertlileri okşayıp onları teskin eder. Çünkü tekbir yalnız Hakka ait olan kelimedir. Ekber olan Haktır.Tekbir, Tanrının büyüklüğünü ifade eden bir kelimedir. Bu beyitte kullanılan timar sözü okşamak, penah ve derman anlamındadır. Buradaki okşama ifadesinde adaletle davranmak, sevgiyle yaklaşma vardır. Nasıl ki bir doktor önce hastasını dinleyerek onunla irtibat kuruyor, sonra da hastasının sorununa çare arıyorsa, timarda Batini anlamda aynı şeydir.
Turabi ümidin kesmiş cihandan,
Gümansız bir güman hak yarı gördüm.
Ümit insanı Tanrıya bağlayan bir bağdır. Burada Türabı, maddi dünyadan ve cihandan ümidini tam kesmiştir. Yalnız temiz, şeffaf olan Hakkı bulmuştur. Mevlana’nın dediği gibi “Çün biz yüze sahip olduk, demek doksan da bizimdir”. Bir insan Hakla yar olsa artık gayri yar için yüreğinde ümit yeri kalmayacaktır. Acaba umut etmek insanı tembelleştirir mi, yoksa hareketlendirir mi?
Cavit Mürtezaoğlu'nun Yarizm adlı kitabından alıntıdır.